48.Şehri akşam üstü sis basmıştı sis haliç yolu ile gelmiş önce manavlar çatanalar köprüler
48.Şehri akşam üstü sis basmıştı sis haliç yolu ile gelmiş önce manavlar çatanalar köprüler sonra kuleler mağazalar kaybolmuştu liman düdük sesleri içindeydi vapurlar acı acı bağırılmışlardı sonra bir sessizlik ışıklar yayılıverdiler içim sevinç dolu başını kuma sokan deve kuşu misali rahattım limana baktım sular uçuyordu cebimden oltayı çıkardım kararım kesin idi balık tutacak sonra satacak akşamları da balıkların parası ile içecektim aldım naylon oltayı uzunca taktım Kayı parlattım çakımla koydum istavrit iğnesini ve saldım denize oltayı daha sis basmadan etrafı kıpırdamadı bile oltacının verdiği cıva ile harlattım zokayı yine banamısın demedi olta bende vazgeçtim balık tutmaktan geldim dayandım elektrik direğine sonrain8dim oturdum köprü altında jiletle bir istavritten iki yaprak kestim saldım yaprak yeşili köprü altı suyuna herkes toplanmış bakıyordu garip bir utanma geldi bana balık tutamaktan utanacağıma balık tutmamaktan utanıyordum perişan çocuk bunların tuttukları lüfer mi ağabey dedi lüfer dedim sen şu benim oltayı biraz tutsana gidip bir simit aldım geldim oltayı vermek istedi kalsın kalsın dedim ben biraz da dinleneyim üç dakikada iki balık daha tutuverdi.