Şehri akşam üstü sis basmıştı. Sis haliç yolu ile gelmiş, önce manavlar, çatanalar, köprüler, sonra kuleler, mağazalar kaybolmuştu. Liman düdük sesleri içindeydi. Vapurlar acı acı bağırışmışlardı. Sonra bir sessizlik. Işıklar yayılıverdiler. İçim sevinç dolu. Başını kuma sokan deve kuşu misali rahattım. Limana baktım, sular uçuyordu. Cebimden oltayı çıkardım. Kararım kesin idi. Balık tutacak sonra satacak, akşamları da balıkların parası ile içecektim. Aldım naylon oltayı, uzunca taktım zokayı. Parlattım çakımla. Koydum istavrit iğnesini ve saldım denize oltayı daha sis basmadan etrafı. Kıpırdamadı bile. Oltacının verdiği civa ile parlattım zokayı, yine bana mısın demedi olta. Bende vazgeçtim balık tutmaktan. Geldim, dayandım elektrik direğine. Sonra indim oturdum köprü altında. Jiletle bir istavritten iki yaprak kestim. Saldım yaprak yeşili köprü altı suyuna. Herkes toplanmış bakıyordu. Garip bir utanma geldi bana. Balık tutamaktan utanacağıma, balık tutmamaktan utanıyordum. Perişan çocuk bunların tuttukları lüfer mi, ağabey dedi. Lüfer dedim. Sen şu benim oltayı biraz tutsana. Gidip bir simit aldım geldim. Oltayı vermek istedi. Kalsın, kalsın dedim. Ben biraz da dinleneyim. Üç dakikada iki balık daha tutuverdi.
28 Önemli: Şehri akşam üstü sis basmıştı. Sis haliç yolu ile gelmiş, önce manavlar, çatanalar, köprüler, sonra kuleler,
28 Önemli:
Şehri akşam üstü sis basmıştı. Sis haliç yolu ile gelmiş, önce manavlar, çatanalar, köprüler, sonra kuleler, mağazalar kaybolmuştu. Liman düdük sesleri içindeydi. Vapurlar acı acı bağırışmışlardı. Sonra bir sessizlik. Işıklar yayılıverdiler. İçim sevinç dolu. Başını kuma sokan deve kuşu misali rahattım. Limana baktım, sular uçuyordu. Cebimden oltayı çıkardım. Kararım kesin idi. Balık tutacak sonra satacak, akşamları da balıkların parası ile içecektim. Aldım naylon oltayı, uzunca taktım zokayı. Parlattım çakımla. Koydum istavrit iğnesini ve saldım denize oltayı daha sis basmadan etrafı. Kıpırdamadı bile. Oltacının verdiği civa ile parlattım zokayı, yine bana mısın demedi olta. Bende vazgeçtim balık tutmaktan. Geldim, dayandım elektrik direğine. Sonra indim oturdum köprü altında. Jiletle bir istavritten iki yaprak kestim. Saldım yaprak yeşili köprü altı suyuna. Herkes toplanmış bakıyordu. Garip bir utanma geldi bana. Balık tutamaktan utanacağıma, balık tutmamaktan utanıyordum. Perişan çocuk bunların tuttukları lüfer mi, ağabey dedi. Lüfer dedim. Sen şu benim oltayı biraz tutsana. Gidip bir simit aldım geldim. Oltayı vermek istedi. Kalsın, kalsın dedim. Ben biraz da dinleneyim. Üç dakikada iki balık daha tutuverdi.
Şehri akşam üstü sis basmıştı. Sis haliç yolu ile gelmiş, önce manavlar, çatanalar, köprüler, sonra kuleler, mağazalar kaybolmuştu. Liman düdük sesleri içindeydi. Vapurlar acı acı bağırışmışlardı. Sonra bir sessizlik. Işıklar yayılıverdiler. İçim sevinç dolu. Başını kuma sokan deve kuşu misali rahattım. Limana baktım, sular uçuyordu. Cebimden oltayı çıkardım. Kararım kesin idi. Balık tutacak sonra satacak, akşamları da balıkların parası ile içecektim. Aldım naylon oltayı, uzunca taktım zokayı. Parlattım çakımla. Koydum istavrit iğnesini ve saldım denize oltayı daha sis basmadan etrafı. Kıpırdamadı bile. Oltacının verdiği civa ile parlattım zokayı, yine bana mısın demedi olta. Bende vazgeçtim balık tutmaktan. Geldim, dayandım elektrik direğine. Sonra indim oturdum köprü altında. Jiletle bir istavritten iki yaprak kestim. Saldım yaprak yeşili köprü altı suyuna. Herkes toplanmış bakıyordu. Garip bir utanma geldi bana. Balık tutamaktan utanacağıma, balık tutmamaktan utanıyordum. Perişan çocuk bunların tuttukları lüfer mi, ağabey dedi. Lüfer dedim. Sen şu benim oltayı biraz tutsana. Gidip bir simit aldım geldim. Oltayı vermek istedi. Kalsın, kalsın dedim. Ben biraz da dinleneyim. Üç dakikada iki balık daha tutuverdi.